18 Aralık 2009 Cuma

AKORSUZ KALPLERE ARPEJ BASAN YAZI



Beyninizin atmaya kıyamadığı 4-5 yaş anıları, sanrıları vardır… Bilinçaltınızın bir köşesinde yer etmiş ilk aşkların, ilk öpüşlerin, ilk terkedişlerin hemen arkasına katlanmış; olur da bir gün hatırlanmayı bekleyen..
Benimki de Bugs Bunny Aristoluğu, Şeker Filozof Decartlığından gelen "bu insanlar ne için yaşıyor?"culuktu..
Cevabını da dört kenarlı bir alette gördüğüm türlü çizgiselden çoktan bulmuştum; tüm o insanlar birilerini arıyordu..
Otobüsünü beklerken sabırsız kalıp saatine bakanlar, büfelerin camlarına bozukluk tıklatanlar, çabuk çabuk kepçelerle kumpirleri doldurup tepsiye fırlatan ustalar... Sanırdım ki hepsi O' nun telaşındalar.. İsim de verememiş, benzerlerine uyduramayıp O adını takmışlardı.. Tüm hayatları O' nu beklemek üzerineydi.. Beklerken de sıkılıp birkaç iş yapıyorlar işteydi, amandı..
Sıra bana da geldi diye düşünmeye başlamıştım..Eee koca adam olmuştum artık, tek elimle salondaki koltukların ön bacaklarını kaldırabiliyordum ne de olsa !!

Şimdi yağmurlu günlerde neden kahvaltımı ekmek arası yaptırıp oturma odasındaki camın önüne kurulduğumu, her "İn artık mermerin üzerinden, üşütüp hasta olcaksın!" laflarını "ya git yaa!" diye tamamladığımı, akşam 6 olup Yalan Rüzgarı' nın başladığını anneme haber vermem gerektiğinden kırıla-sıkıla camın başından ayrıldığımı -belki okuyorlarsa- bizimkiler anlayabilir..
Yağmur yağıyordu, seller akıyordu.. Bugün "Arapkızı" kesin camdan bakıyordu.. Bakıyordu işte!! Karşıdaki küsür yüz konutluk öğretmenler sitesinin bir camındaydı, ben de gün boyu O'nu bulmaya çalışıyordum..
Bir süre için hayatınız bir dönüm apartmansa, empati yoksunu sempati sebebi çocukluğunuzun hayata baktığı tek pencerenin olduğu oturma odasındaysa, pek tabii karşı apartman komşuları Arapkızı, apartmanların hemen arkasında görülen yeşillikler de "Şu yeşiller Rize mi Şeyda Hala?" sorusunun "Evet" cevabı olurdu..
Nitekim olmuştu da… Planım belliydi; o yağmurlu günlerin birinde merdivenlerden inip yolun karşısındaki apartmandan Arapkızını alıp, beraber Rize(!)' ye gidecektik.. Yağmurlar duracaktı.. Yağmur olmayınca da yerini dünyanın etrafında döndüğü sobaya bırakacaktı.. Ama yine de O isterse beraber camdan bakabilecektik.. Bu sembolist ilişkimiz karşılıklı anlayış üzerine kuruluydu yani..
Yağmurlu günlerde mermer üzeri bekleyişlerim uzun süre devam etti; tüm o sürelerde oturduğum yerler ekmek kırıntılarına da ev sahipliği yaparak..
Ta ki bir gün rüyamda aynı yolun karşısına bisikletimle geçerken gökyüzüne yükseldiğimi görünceye kadar..
Rasyonalist ve aydın bir çocuktum.. İnsanları dünyaya leyleklerin getirmediğinin bilincindeydim.. Yalana lüzum yok, öpüşüyorduk işte.. Uçmak için de ölmek gerekiyordu.. Başka türlü açıklayamıyordu bu rüyayı alabrus kesimli velet kafam..
Belki çok biliyordum, belki rüyamda malum oluyordu.. Öyle mağaram falan da yoktu Tanrıyla buluşacağım, belli ki beni böyle çaldırıp-kapatıyordu..
O zaman; artık yağmur görüp cam kenarına beklememem gerektiğini…Bu zaman; otobüs sabırsızlığının eve-işe yetişmek, büfe camı tıkırtılarının biskrem ve çeşitli tekel gazetelerini çabucak koltuk altına sıkıştırmak, el yakan patateslerden bir an evvel kurtulmak için olduğunu anlamıştım..
Yağmuru sevmiyorum..
Yağmur yağıyordu..
Uyandığımda kafam kazan olmuş, Beyin Beyimiz vücudumun cümle evsiz organellerine kepçe kepçe çorba dağıtıyordu..
Seller akıyordu..
Arapkızı kimdi, nerdeydi, nasıldı geçmiş günü, şimdi neler yapıyordu?

0 söyleyeceklerim var:

Yorum Gönder

| Top ↑ |